Ukrayna'da Savaş. Enternasyonalist, sınıfsal bir konumlanış! IMT beyanı

Savaşın ilk zayiatı hakikattir. Bu, Rusya'nın Ukrayna'ya askeri müdahalesi için de geçerlidir. Tüm yalanlara ve savaş propagandasına rağmen, Marksistler bu çatışmanın gerçek nedenlerini analiz etmelidir. Bu çatışmayı ne tetikledi? Burada yer alan çeşitli tarafların resmi menfaat tasvirlerinin arkasında yatan asıl çıkarları nelerdir? Ama her şeyden önce bu savaşa uluslararası işçi sınıfının çıkarları açısından yaklaşmalıyız.

Rusya'nın Ukrayna'ya müdahalesine karşıyız. Ancak bunu, bu açıklamada açıklayacağımız ve rüşvetçi burjuva medyasının yaygara ve yalanlarından kökten farklı olan bağımsız bir bakış açısıyla yapıyoruz. İlk görevimizin ABD ve Batı emperyalizminin iğrenç yalanlarını ve ikiyüzlülüğünü ortaya çıkarmak olduğunu söylemeye gerek yok.

Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini “ulusal egemenliği” ve “uluslararası hukuku” ihlal ettiği gerekçesiyle yüksek sesle kınıyorlar.

Bu açıklamalar ikiyüzlülük kokuyor. Gerçekte, ABD emperyalizmi ve onun Avrupalı uşakları ulusal egemenliği ve sözde uluslararası hukuku ihlal eden uzun ve kanlı bir tarihin sorumlusudurlar.

Emperyalist hedeflerinin peşinden koşarken, diğer egemen devletleri bombalamaktan ve işgal etmekten (Irak), sivilleri katletmekten (Vietnam), faşist askeri darbeleri desteklemekten (Şili) ve siyasi muhaliflerine suikast düzenlemekten (Allende, Lumumba) hiçbir zaman çekinmediler. Onlar bu gezegende barışın, demokrasinin ve insani değerlerin erdemleri hakkında ders verme hakkına sahip olan son kişilerdir.

Ukrayna'nın egemenliği hakkındaki tüm konuşmalar, Euromaidan hareketinin 2014'te kazanmasından bu yana ülkenin giderek ABD'nin egemenliğine girmesi gerçeğiyle tamamen çelişiyor. Ekonomik ve siyasi gücün tüm kilit alanları, yozlaşmış bir oligarşinin ve ABD emperyalizminin kuklası olan hükümetin elinde.

IMF, Ukrayna'nın ekonomik politikasını belirliyor ve ABD Büyükelçiliği hükümetin kurulmasında merkezi bir rol oynuyor. Gerçekte, mevcut savaş büyük ölçüde Ukrayna topraklarında sürdürülen, Rusya ile ABD arasında bir çatışmadır.

NATO’nun saldırganlığı

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Rusya, uluslararası arenada kendisini büyük ölçüde zayıflamış buldu. Aksi yöndeki tüm vaatlere rağmen, ABD emperyalizmi bu gerçeği NATO'nun doğuya, Rusya sınırlarına doğru genişlemesi için kullandı.

Bu bağlamda, Washington'daki adamların bir “Yeni Dünya Düzeni” ilan etmesiyle birlikte ABD emperyalizmi kendisini çok güçlü hissediyordu. ABD emperyalizmi, Yugoslavya ve Irak gibi eski Sovyet nüfuz alanlarına müdahale etti. Rusya, NATO’nun Sırbistan'a karşı savaşı ile aşağılanmaya katlanmak zorunda kaldı. Bunu, Batı yanlısı hükümetler kurmayı, NATO

birliklerini Doğu Avrupa'ya taşımayı, Rusya sınırına yakın askeri tatbikatlar düzenlemeyi ve sayısız başka provokasyonları amaçlayan bir dizi “renkli devrim” izledi.

Ama her şeyin bir sınırı vardır. Bir noktada, çıkarları Putin tarafından temsil edilen Rus egemen sınıfı “yeter artık” dedi. Bu noktaya 2008'de NATO'ya katılmayı planlayan Gürcistan'daki savaşla ulaşıldı.

ABD emperyalizmi Irak'ta çıkmaza girerken, Rusya Gürcistan'a karşı kısa ve keskin bir savaş başlatmak için durumdan yararlandı. Rusya, önce (NATO tarafından eğitilmiş ve donatılmış) Gürcü ordusunu imha etti ve ardından, Gürcistan'dan ayrılan Abhazya ve Kuzey Osetya-Alanya cumhuriyetlerindeki üsleri güvence altına alarak geri çekildi.

Ukrayna'da Yanukoviç hükümetinin Euromaidan sürecinde düşmesi , ABD ve NATO'nun çıkarlarının - bu kez Rusya'nın tarihi sınırında - daha da ilerlemesine işaret etti. Bu çok ileri bir provokasyondu ve Rusya, 2014 yılında, çoğunlukla Rusça konuşan bir nüfusun yaşadığı ve Sivastopol'da barınan Rus donanmasının Karadeniz filosuna ev sahipliği yapan Kırım'ı ilhak ederek tepki verdi. Ayrıca Donbas'ın Rusça konuşan halkı ile Kiev'deki sağcı milliyetçi rejim arasındaki iç savaşta isyancılara askeri yardımda bulundu. Batı protesto etti, yaptırımlar uyguladı, ancak Rusya için ciddi bir sonuç olmadı.

2015'te ABD'nin Suriye'ye kara birlikleri göndermeye hazır olmadığının netleşmesinin ardından Rusya, Esad'ın yanında müdahale ederek iç savaşın sonucunu belirledi. Suriye, Rusya'nın Akdeniz'deki tek deniz üssüne ev sahipliği yapıyor ve bu nedenle özel bir önem taşıyor. ABD emperyalizmi için ise, iç savaşın sonucu, stratejik olarak önemli gördüğü bir bölgede ciddi bir gerileme oldu.

Şimdi Putin, Rusya'nın gücünü yeniden ortaya koymak için bir şans daha sezdi. ABD kısa süre önce Afganistan'da küçük düşürücü bir yenilgi aldı. Rusya, 2020'de Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaşta barışı müzakere etmeyi başardı; 2020-2021'de Lukashenko'ya destek amacıyla Belarus'a müdahale etti ve ardından 2022'nin başlarında Kazakistan'a askeri müdahalede bulundu.

Zelenski hükümetinin artan provokasyonları çok önemli bir rol oynadı. Yanukoviç'in 2014'te devrilmesinden sonra Ukrayna, NATO ve AB üyelikleri sorununu vurgulayarak gündeme getirmişti. Her ikisi de 2020'de anayasada yer aldı. Eski komedyen ve şimdiki cumhurbaşkanı Zelenski, siyaseti temizlemek, oligarklarla uğraşmak ve aynı zamanda Rusya ile barışmak isteyen dışardan biri olmanın avantajı ile 2019 yılında seçildi.

Ancak, aşırı sağın baskısı altında ve Washington tarafından teşvik edilen, tam tersi politikalar izledi.

NATO üyeliği yeniden gündeme alındı ve hararetle takip edildi. Rusya bunu haklı olarak bir tehdit olarak görüyor. Bunu inkar edebilir ve Rusya sınırındaki diğer ülkelerin de zaten NATO üyesi olduğu iddia edilebilir, ancak bu asıl noktayı gözden kaçırmak olacaktır: mevcut durum tam olarak on yıllardır Batı emperyalizminin Rusya'yı kuşatmaya çabalamasının bir sonucudur - ve Rusya şimdi tepki veriyor.

İstila kaçınılmaz mıydı?

Diyalektik olarak, nicelik niteliğe dönüştü. Fizik dilini kullanmak gerekirse, düşmanlıkların patlak vermesinin açık bir şekilde gündemde olduğu kritik bir noktaya gelinmişti.

Ancak savaşlarda bile her zaman farklı seçenekler vardır. Putin hedeflerine bir işgalin güçlükleri ve içerdiği tüm riskler ve maliyetler olmadan ulaşmış olsaydı, mantıklı olarak bunu tercih ederdi. Böyle bir olasılık başlangıçta hiçbir şekilde dışlanmadı ve bize en olası hipotez gibi göründü.

ABD'nin bazı tavizler vermeye hazır olacağına dair bazı işaretler vardı. Ve neden olmasın? Ne de olsa Biden, Ukrayna'nın NATO üyeliği meselesinin öngörülebilir gelecekte gündemin dışında olduğunu açıkça söyledi. Ama sonunda, olaylar farklı bir yol aldı.

Putin, ABD emperyalizmini müzakere masasına zorlamak için askeri harekat tehdidini (aynı zamanda bunu gerçekleştireceğini inkar ederek) kullanıyordu. Talepleri yeterince açıktı: Ukrayna'nın NATO üyeliği olmaması, NATO'nun doğuya doğru hamlesinin sona ermesi ve Avrupa'da güvenlik garantileri.

Bu talepler tam olarak Rus kapitalizminin çıkarlarına tekabül ediyordu ve dolayısıyla Washington'unkilere taban tabana zıttı. ABD emperyalizmi Rusya'nın taleplerine bir milimetre bile boyun eğmek istemiyordu. Ancak Ukrayna'yı savunmak için kara kuvvetleri sağlamak konusunda da isteksizdi. Elbette askeri harekâtla desteklenmeyen yaptırım tehditleri Putin'i caydırmadı.

Şeylerin kendi dinamikleri vardır. Putin beklenen tavizleri alamayınca harekete geçmekten başka çaresi kalmadı. Oyun oynama zamanı bitmişti.

ABD emperyalizminin herhangi bir taviz vermeyi inatla reddetmesinin nedeni neydi? Tehditlere boyun eğmiş olarak görülemezlerdi. Bu, ABD emperyalizminin dünya ölçeğindeki otoritesini daha da zayıflatırdı. Ama aynı şey Putin'in bakış açısından da geçerliydi.

Batı'nın Rusya'nın taleplerini dikkate almayı bile inatla reddetmesi, onu ya tehditlerini yerine getirecek ya da geri adım atacak bir konumda bıraktı. Bu, olayların daha sonraki seyrini belirledi.

Putin, bir satranç oyununda olduğu gibi, Batı emperyalizminin Ukrayna'daki birliklere doğrudan müdahale etme isteksizliğini zaten hesaba katmıştı. Ukrayna sınırlarına yığılmış

190.000 kadar askerle, bir sonraki hamlesi önceden belirlenmişti.

Her saldırganlık savaşının bir gerekçeye ihtiyacı vardır. Rusya'daki kamuoyu için Putin, Ukrayna'nın Donetsk'i bombalamasını “soykırım” olarak adlandırdığı bir bahane olarak kullandı. Bu bir abartıdır, ancak emperyalistlerin yaptığı gibi hafife de alınmamalıdır.

Ukrayna ordusunun Donbass'ta Rusça konuşan insanlara yönelik acımasız baskısı tartışılmaz. Son sekiz yılda bu çatışmalarda çoğu Donetsk bölgesinden sivil olmak üzere

yaklaşık 14.000 kişi öldü. Mermilerin yaklaşık yüzde 80'inin Ukrayna ordusu tarafından ateşlendiği tahmin ediliyor.

Putin, Donbass cumhuriyetlerini tanıyarak ve bu kararı pekiştirmek için oraya asker göndererek, Batı'nın önündeki engelleri kaldırdı. Bu, Ukrayna'ya askeri saldırı için başlangıç sinyaliydi.

Putin'in eylemlerinin nedenleri

Bütün bunlarda, Vladimir Putin doğal olarak kendi çıkarlarının peşinden gidiyor. Son zamanlarda ekonomik kriz, işçilere yönelik saldırılar, emekli maaşları, demokratik haklar vb. nedeniyle kaybettiği popülaritesini milliyetçi coşkuyu körükleyerek yeniden kazanmayı umuyor.

2014'te Kırım'ın ilhakıyla bu işe yaradı ve aynı numarayı tekrar yapabileceğini düşünüyor.

Batı'ya karşı duran ve Rusları nerede olurlarsa olsunlar savunan güçlü bir adam gibi görünmek istiyor. Kendisini Donbass'taki Rus nüfusunun savunucusu olarak tanıtıyor, ama değil. Putin, Donbass'taki insanların durumunu umursamıyor.

Onun için Donetsk ve Lugansk Cumhuriyetleri, Ukrayna'daki hedeflerine ulaşmak için siyasi bozuk paradan başka bir şey değildi. Minsk Anlaşması'nın gerçek karakteri budur.

Gerçekte, imparatorluk ihtişamının yanılsamasına sahiptir. Kendisini 1917 öncesi Rus Çarlık İmparatorluğu'nun ve onun gerici Büyük Rus şovenizminin izinden giden bir tür çar rolünde görüyor. Böyle bir kişinin Ukrayna'da ilerici bir rol oynayabileceği fikri saçmalıktan başka bir şey değil.

Rus emperyalizmi

Rusya, emperyalizmin egemen olduğu zayıf bir ülke değildir. Ne münasebet! Rusya, politikaları ancak emperyalist olarak nitelendirilebilecek bölgesel bir güçtür. Rusya'nın Ukrayna'daki savaşının gerçek nedeni, Rus sermayesinin etki alanlarını ve ulusal güvenlik çıkarlarını güvence altına alma girişimidir.

Umutsuz bir biçimci, Rusya'nın Lenin'in Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı kitabında tanımlanan tüm özelliklere sahip olmadığını söyleyerek itiraz edebilir. Öyle olabilir, ama bu Rusya'nın emperyalist bir güç olmadığı anlamına gelmez. Bu itirazın yanıtı bizzat Lenin tarafından aynı kitapta verilmiştir.

Lenin, Rusya'yı, “modern kapitalist emperyalizmin, tabiri caizse, özellikle yakın bir

pre-kapitalist ilişkiler ağının içine düştüğü, ekonomik olarak en geri kalmış bir ülke” olarak tanımlıyor. Ama aynı zamanda, çarlık Rusya'sını önde gelen beş emperyalist ulustan biri olarak kabul ediyor. Bu, Çarlık Rusya'sının ekonomik olarak geri olmasına ve asla bir kuruş sermaye ihraç etmemesine rağmen.

Bugün Rusya, 1917'deki geri kalmış, azgelişmiş ülke değil. Bugün, yüksek sermaye konsantrasyonuna sahip ve (yüksek derecede merkezileşmiş) bankacılık sektörünün ekonomide kilit rol oynadığı gelişmiş bir sanayi ülkesidir.

Doğal gazın ve petrolün Rus ekonomisinde merkezi bir rol oynaması bunu değiştirmiyor. Üstelik bu hammaddeler yabancı şirketlerin kontrolünde değil, Rus oligarklarının elinde. Rusya'nın dış politikası, büyük ölçüde, enerji ihracatı için (özellikle Avrupa'da) pazarların güvence altına alınmasını sağlama araçları tarafından yönlendiriliyor.

Rusya'nın ABD ile aynı seviyede olmadığı doğrudur. ABD hala dünyadaki egemen emperyalist güç, Rusya'dan çok daha üstün. Karşılaştırıldığında, Rusya küçük veya orta ölçekli bir emperyalist güçtür. Ekonomisi ABD'ninkiyle, hatta Avrupalı emperyalist güçlerle bile rekabet edebilecek durumda değil.

Ancak Rusya'nın Orta Asya, Kafkaslar, Ortadoğu, Doğu Avrupa ve Balkanlar'da emelleri olan bölgesel bir emperyalist güç olduğunu hiçbir aklı başında kimse inkar edemez.

Rusya, Sovyetler Birliği'nden nükleer bir cephanelik devraldı ve son yıllarda ordusunu modernize etmek için büyük yatırımlar yaptı. Dünyanın en büyük beş askeri harcaması arasında yer alıyor. Askeri harcamaları son yıllarda yüzde 30 arttı ve bu harcamaların GSYİH içindeki payı (yüzde 4,3) açısından dünyada üçüncü ülke.

Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşı, hiçbir koşulda desteklenemeyecek gerici bir emperyalist savaştır. Bu savaşın Ukrayna ve Rusya üzerinde yıkıcı etkileri olacak ve uluslararası alanda da iz bırakacak. Bu yüzden Rusya'nın Ukrayna'ya karşı bu savaşına karşıyız.

Bu savaş, uzun süredir yakın bağlarla birbirine bağlı olan uluslar arasında ulusal bir nefret yaratıyor, bir yanda gerici Ukrayna milliyetçiliğini, diğer yanda Büyük Rus şovenizmini körüklüyerek bölgedeki işçi sınıfı arasında, ulusal, etnik ve dilsel çizgiler üzerinden korkunç sonuçları olacak bir bölünme ekiyor.

Bu milliyetçi zehire karşı en güçlü garanti, Rus işçilerinin proleter enternasyonalizmi temelinde tavizsiz bir şekilde konumlanması olacaktır. Şovenizmin zehrine karşı durmalı ve Putin'in yurtiçinde ve yurtdışındaki gerici politikalarına karşı mücadele etmelidirler. IMT'nin Rusya seksiyonunun aldığı pozisyon bu konuda örnek teşkil etmektedir.

Ukraynalı işçiler, Rus saldırganlığına direnirken, ülkelerinin dost ve müttefik gibi davrananlar tarafından utanmadan terk edildiğini anlamalıdırlar. Batılı emperyalist akbabalar onları kasten bir savaşa ittiler ve sonra geri çekilip Ukrayna kanlı bir bataklığa batarken kollarını kavuşturarak izlediler. Batı, sınırlı miktarda silah ve askeri teçhizat (ancak elbette asker yok) sözü verdiği ölçüde, bu çatışma, Rus taarruzunu oyalamak isteyerek alaycı bir şekilde sürdürülüyor. Bu, çatışmanın uzayıp tırmanmasına ve her iki taraftan da gereksiz yere çok sayıda kurban verilmesine neden olacak. Rusya'ya karşı ucuz propaganda puanları topluyor.

Yaptırımlardan bahsetmek, Ukrayna'da savaşmak için tek bir askeri görevlendirmeyi reddederken “sonuna kadar savaşmak” hakkında kavgacı retorik, zavallı Ukraynalıların acıları hakkında timsah gözyaşları, vb. - Bir de, Ukrayna'nın bu alaycı güç mücadelesinde satranç tahtasındaki bir piyon gibi muamele gördüğü gerçeği. Tüm bunlar gizlenemez.

Ukraynalılar! Gözlerinizi açın ve anlayın ki ülkeniz emperyalizmin kanlı sunağında kurban edilmiştir! Ve tek gerçek dostunuzun dünyanın işçileri olduğunun farkına varın!

Uluslararası ilişkiler üzerindeki etkisi

Ukrayna'daki savaş, uluslararası ilişkilerde derin izler bırakacak. ABD, gezegendeki en güçlü emperyalist ve karşı-devrimci güçtür. Ancak devam eden kriz, ABD emperyalizminin zayıflığını ortaya çıkardı.

Gücü, dünya kapitalizminin istikrarsızlık, savaşlar ve türbülans olarak ifade edilen genel krizi sırasında yavaş yavaş aşındı. Dünyanın en zengin ulusu bile, tüm bu sorunlu noktaları kontrol etmek için gereken geniş malzeme ve insan kaynaklarını bir araya getiremez.

Irak ve Afganistan'ın askeri işgallerinin feci sonucu, bu zayıflığı herkesin görebileceği şekilde gözler önüne serdi. Putin'i Ukrayna'da bir savaş başlatmaya ikna eden unsurlardan biri de buydu. Amerikalıların askeri müdahalede bulunmayacağını hesapladı ve yanılmadı.

ABD'ye çok paraya mal olan ama hiçbir şey getirmeyen dış politika maceralarındaki birkaç yenilgiden sonra, ABD kamuoyu askeri maceralara açıkça karşı çıkıyor. Başkan Biden'ın eli bu çatışmada fiilen bağlıydı.

Artık ABD emperyalizminin en güçlü rakibi olan Çin, bu olayları çok yakından izleyecektir. Çin, dünyanın birçok yerinde ABD'ye meydan okudu ve Washington tarafından Rusya'dan çok daha büyük bir tehdit olarak görülüyor.

Çin artık 1949'da olduğu gibi zayıf, ekonomik olarak geri ve yönetilen bir ulus değil. Artık güçlü bir sanayi tabanına sahip ve hatırı sayılır bir askeri güç kazandı. Tayvan ile barışçıl yeniden birleşme niyetini gizlemiyor, ancak, bu müzakereler yoluyla mümkün değilse, Pekin'in askeri yolları kullanması oldukça olası.

Ukrayna’daki çatışma, Pekin için ABD askeri gücünün sınırları hakkında faydalı bir ders oldu. Rusya'yı açıkça destekleyerek Batı'daki ticaret ortaklarını gereksiz yere kışkırtmak istemese ve bu nedenle BM Güvenlik Konseyi'nde çekimser kalsa da, ABD'yi Ukrayna'nın NATO üyeliğini zorladığı için eleştiriyor.

Çin, yaptırımları atlatmak için açıkça Rusya ile bir anlaşma yaptı (başarısız olmalarının bir başka nedeni). Ukrayna'daki savaş, kuşkusuz önümüzdeki dönemde Rus ve Çin emperyalizmi arasında daha yakın işbirliğine yol açacaktır. Şeytanın kutsal sudan korkması gibi Washington da böyle bir gelişmeden korkmalıdır.

ABD emperyalizmi ile Avrupalı müttefikleri arasındaki fay hatları

Ukrayna üzerindeki ABD-Rusya çatışması, Washington ile Avrupalı müttefikleri, özellikle Fransa ve Almanya arasındaki fay hatlarını da ortaya çıkardı. Geleneksel olarak, Fransız burjuvazisi, kendi nükleer cephaneliğini geliştirerek ve Afrika'da ve dünyanın diğer bölgelerinde kendi etki alanlarını besleyerek, bir bağımsızlık görünümünü korumuştur. Bu

çatışmada Macron da bağımsız bir rol oynamaya çalıştı. Bunun bir nedeni yaklaşmakta olan cumhurbaşkanlığı seçimleridir, ancak Paris ve Berlin'in duruşu da kendi ekonomik çıkarlarına dayanmaktadır.

Avrupa, Rusya'dan doğalgaz ithalatına büyük ölçüde bağımlıdır (%40). Bu, özellikle doğalgazının yüzde 60'ını Rusya'dan alan ve burada önemli yatırımları bulunan Almanya için geçerli. Almanya'nın Rusya'ya karşı daha sert yaptırımlar gibi çatışmayı daha da kızıştıracak herhangi bir adım atma konusundaki isteksizliğinin gerçek nedeni budur.

Bu çatışma biter bitmez (ve öyle ya da böyle sona erecek), yaptırımlar, Avrupa, özellikle de Alman ekonomisi üzerinde omuzlanamayacak kadar ağır olumsuz etkileri olduğu için sessizce kaldırılacak. Almanya, tüm aksi iddialara rağmen, Rus petrol ve doğalgazına ekonomik bir alternatif bulamıyor.

Almanya, dış politikası Alman sermayesinin çıkarları tarafından belirlenen emperyalist bir güçtür. Ve bu çıkarlar her zaman ABD sermayesinin çıkarlarıyla örtüşmez. Alman sermayesi Avrupa'yı AB mekanizmaları aracılığıyla kontrol ediyor ve 30 yıl boyunca Doğu Avrupa ve Balkanlar'da etki alanını genişletme politikası izledi. Ayrıca Yugoslavya'nın gerici dağılmasında da çok önemli bir rol oynadı ve dış ticareti nedeniyle Çin'e de çok yakın.

İkinci Dünya Savaşı'nda yenilen Almanya'nın ordusunu yeniden inşa etmesine ne kadar izin verileceği konusunda sınırlamalar getirildi. Alman egemen sınıfı, Almanya NATO üyesi olmasına rağmen, yabancı emperyalist askeri maceraların doğrudan bir katılımcısı olarak algılanmamaya her zaman özen göstermiştir. Bu isteksizlik bir süredir geçmişte kaldı.

Almanya, 1990'larda Yeşil bir dışişleri bakanı yönetiminde Yugoslavya'ya asker gönderdi. Berlin 2003 Irak işgalini reddetmesine rağmen, yine de Afganistan'a asker gönderdi.

Alman sermayesi şimdi Ukrayna'daki savaşı büyük bir yeniden silahlanma programı için bir bahane olarak kullanıyor. Bir emperyalist gücün ekonomik gücünü uygun askeri araçlarla güvenceye almaya ve genişletmeye çalışması kaçınılmazdır.

Elbette ABD emperyalizminin ana rakibi Rusya değil, Çin'dir ve Washington dış politikasını giderek Asya'ya odaklamaktadır. Bu çatışmada Çin, Rusya ile ittifak arayışındadır. Aynı zamanda, Çin ve Rusya'nın çıkarları tamamen aynı değil. Çin emperyalizmi, Batı'daki ihracat pazarlarını korumak da dahil olmak üzere Çinli kapitalistlerin çıkarlarını savunuyor. Bu nedenle Çin, desteklese bile Rusya'nın eylemlerinden açıkça sorumlu tutulmak istemiyor.

ABD ile Rusya arasında veya ABD ile Çin arasında bir dünya savaşı kesinlikle gündemde değil, sadece her iki tarafın da nükleer silahları olduğu için değil, aynı zamanda kitleler muhtemelen böyle bir savaş senaryosuna karşı kararlı bir direniş göstereceği için. Burjuvazi, vatanseverlik, demokrasi ve diğer yüksek sesli ilkeler için savaşmaz. Onlar dış pazarları ve hammadde (petrol) kaynaklarını fethetmek ve etki alanlarını genişletmek istedikleri ve kâr için savaşırlar.

Ancak nükleer bir savaş, her iki tarafın da yok olması anlamına gelir. Bunun için bir terim bile icat edildi: MAD (karşılıklı garantili yıkım). Böyle bir savaşın bankaların ve şirketlerin çıkarına olmayacağını söylemeye gerek yok.

Ekonomik sonuçlar

Bu çatışmanın bir diğer önemli yönü de, Ukrayna'daki savaşın ve Rusya'ya yönelik Batı yaptırımlarının dünya ekonomisi üzerindeki sonuçlarıdır.

Küresel ekonomi zaten 2019'un sonlarına doğru resesyona doğru ilerliyordu. Pandeminin şokundan sonra görece bir normallik geri dönerken durum son derece kırılgan. Tüm ekonomiler henüz pandemi öncesi seviyelere ulaşmış değil. Dünya ekonomisi birçok çelişkiyle dolu ve herhangi bir şok başka bir durgunluğu tetikleyebilir.

Ukrayna'daki kriz şimdiden enerji fiyatlarında keskin bir artışa yol açtı ve bu gelişme daha da kötüleşebilir. Bu, küresel ekonomideki enflasyonist baskıları artırmakta ve diğer faktörlerle birlikte stagflasyon olasılığını (yüksek fiyatlar ile birlikte ekonomik durgunluk) daha olası hale getirmektedir. Bazı burjuva ekonomistleri, bu çatışmanın 2023 ve 2024'te Avro Bölgesi ve Birleşik Krallık'taki GSYİH büyümesini yüzde 0,5 oranında azaltabileceğini hesapladı. Ve bu, ekonomik tahminlerin zaten çok kasvetli olduğu bir zamanda.

Durum çok hızlı bir şekilde çok daha kötü hale gelebilir. Yaptırımlar şimdiden Rus ekonomisini vuruyor. Son raporlar, merkez bankasını faiz oranlarını yükseltmeye zorlayan ruble değerinde keskin bir düşüşe işaret ediyor. Enflasyonda keskin bir artış oldu ve endişeli insan kalabalığı paralarını bankalardan çekiyor. Moskova borsası da kapatıldı.

Bu sonuçlar Batılı yorumcular tarafından memnuniyetle karşılanırken, aynı zamanda Avrupa'daki borsalarda büyük kayıplardan söz edilmedi. Ve fiyatlar Batı'da da önemli ölçüde artıyor. Yaptırımların doğrudan etkileri yakında Rusya'da dengelenecek ve bir miktar denge yeniden sağlanacak. Ancak küresel ekonomi için aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Yaptırımlar iki ucu keskin bir kılıçtır. Rusya'nın bu yaptırımlara misilleme yapmasını bekleyebiliriz. Moskova gaz arzını kesmekle tehdit edecek ve Medvedev şimdiden Rusya'daki Batı sermayesine el koymakla tehdit etti.

İşçi hareketinin konumu

Savaşta işçi hareketinin tüm eğilimleri sınanır. Ve beklenebileceği gibi, sosyal demokrasiden başlayarak her türden reformistler kendi egemen sınıflarını destekliyor ve Rusya'ya karşı yaptırımların ateşli savunucuları olarak ortaya çıkıyor. Batı'daki sol-reformist güçler, ya “Ukrayna'dan Çekilin” sloganını yükselterek kendi egemen sınıfları etrafında toplanıyorlar ya da mistik bir “uluslararası hukuk” kuralına geri dönüş çağrısında bulunarak ve “diplomasinin” savaşı önleyebileceğini umarak, aciz bir pasifizme düşüyorlar.

Rusya'da Komünist Parti, tahmin edilebileceği gibi, kendi egemen sınıfına teslim oldu ve Putin'in emperyalist müdahalesini tam olarak destekliyor. Rus solundaki diğer örgütler, Rus yönetici sınıfının farklı bir kesimini temsil eden liberallerin aşağı yukarı bir uzantısıdır.

Devrimci Marksizmin konumu, sınıf temelli ilkeli bir duruş olmalıdır. Sloganımız: “Asıl düşman evdedir”. NATO'ya ve batılı emperyalist gangsterlere hiçbir şekilde güvenilmemelidir ve bu özellikle Batı'daki işçiler ve sosyalistler için geçerlidir.

Kremlin'deki gerici çeteye karşı savaşma görevi yalnızca Rus işçilerinin görevidir. Batı'daki devrimcilerin görevi, kendi burjuvazilerine, NATO'ya ve gezegendeki en karşı-devrimci güç olan Amerikan emperyalizmine karşı savaşmaktır.

Bu savaşta hiçbir tarafı desteklemiyoruz çünkü bu her iki tarafta da gerici bir savaş. Nihayetinde, iki düşman emperyalist grup arasındaki bir çatışmadır. Ve biz ikisini de desteklemiyoruz. Kanayan Ukrayna halkı, neden olmadıkları ve istemedikleri bu çatışmanın gerçek kurbanlarıdır.

Bu gerici gelişmenin ve Ukrayna halkının çektiği acıların tek alternatifi, hem Ukraynalı oligarklara hem de Rus ve ABD emperyalizmine karşı bir sınıf birliği politikasıdır. Ukrayna'da ulusal sorun son derece karmaşıktır ve ülkeyi milliyetçi politikalar temelinde yönetmeye yönelik herhangi bir girişim (Ukraynalı ya da Rus yanlısı) daha önce gördüğümüz gibi, kaçınılmaz olarak ülkenin parçalanması, etnik temizlik ve iç savaşla sonuçlanacaktır.

Nihayetinde, bunama dönemindeki kapitalizm, savaş ve ekonomik krizler anlamına gelir. Bu kabus senaryosundan çıkmanın tek yolu, işçi sınıfının ülke ülke iktidarı ele geçirmesi ve bu çağdışı sistemi aşmasıdır. Bu, sürekli olarak sosyalist enternasyonalizm ilkelerine dayanan devrimci bir liderliği gerektirir. Şu anda en acil görev, Marksizmin güçlerini sabırla inşa etmek, Uluslararası Marksist Eğilimi inşa etmektir.

Londra, 28 Şubat 2022