Türkiye: Depremin ardından öfke kederi aştı

Türkiye'yi ve  Suriye'yi vuran 6 Şubat depreminden bu yana hayatta kalan milyonlarca kişi kendi haline bırakıldığı için Türkiye'de öfke, kederi geride bırakıyor.

Resmi ölü sayısı akıl almaz bir şekilde 48.000’ı aştı ve muhtemelen bu bile düşük bir tahmin. Deprem yardım çalışmalarını koordine etmek üzere atanan AKP Valisi Osman Bilgin, gerçek rakamların resmi tahminlerin çok üzerinde olduğunu doğruladı: “Üç, dört kat, hatta beş kat daha kötü”.

Bazı şehirlerde, mezarlıklarda artık yer olmadığı için ölüler toplu halde gömülmeye başlandı. Yeni kazılmış sıra sıra mezarlar şehirlerin etrafına yayılmış durumda ancak hala cesetler gelmeye devam ediyor.

Hayatını kaybedenlerin çoğu deprem esnasında ölmedi, günlerce enkaz altında bekletildikleri için öldüler. Felaketin gerçek nedeni, iktidardaki AKP'nin nefes kesici, canice yolsuzluğu, kayıtsızlığı ve hareketsizliğidir. İnşaat şirketleriyle olan sıcak ilişkileri bu faciayı kaçınılmaz hale getirdi. Hayatta kalmak için gerekli temel ihtiyaçları olmaksızın mahsur kalan ve dış etkenler karşısında korunaksız olan insanları kurtarmak için gerekli yardımın gelmesi günler sürdüğü için ölümler katbekat arttı.  

Depremi takip eden günlerde sosyal medya, çocuklarının altında mahsur kalmış olduğu beton blokların kaldırılması için yardım isteyen anne ve babaların en yürek burkan videolarıyla doldu. Hatay'ın Antakya ilçesinde iki oğlu iki gündür enkaz altında kalan bir anne şöyle yalvarıyordu: “Beton kaldırmak için bir vinç olsun diye yalvarıp duruyorum. Zaman tükeniyor. Bir vinç, Allah aşkına.” Ertesi gün bir vinç geldi ama artık çok geçti. İki oğlu da ölmüştü.

Günlerce enkaz altında kalan oğlunun sesini duyan, ancak depremin beşinci gününe kadar yardım alamayan bir baba, haykırdı: “Benim oğlumu deprem öldürmedi, devlet öldürdü.” Bunlar, deprem bölgesindeki binlerce  anne ve babanın feryatlarıdır. 

Depremden sadece iki hafta sonra, depremzedelerin aileleri yıkılan binaların enkazlarının altından sesler duyduklarını bildirmelerine rağmen, hükümetin yeniden inşaya başlamak için arama kurtarma çabalarını sonlandıracağını duyurması zaten dehşet altında olan kitlelerin acısına acı kattı. Binlerce insan canlı canlı gömüldü. Yaşanan binlerce artçı sarsıntıya rağmen, AKP yetkilileri çadırsız depremzedelere hasarlı evlere geri dönmelerinin güvenli olduğunu söyleyerek;  şimdiye kadar hasarlı evlerininin çökmesinden dolayı 9 kişinin daha hayatını kaybetmesine neden oldu.

Sadece bir deprem değil, bir katliam

Gerçek bir kabusun içine atılmış milyonlarca insan, bunun sadece bir deprem değil, Erdoğan rejiminin zeminini hazırladığı bir katliam olduğunu anlıyor.

Bu deprem habersizce çat kapı gelmedi. İki kıta arasında yer alan Türkiye, birleşen birçok diri fay hattı ve  tektonik levhaların üzerinde oturuyor. Jeologlar ve diğer uzmanlar yıllardır bölgede deprem olacağı uyarısında bulunuyordular. Mühendisler ve mimarlar yıllardır fay hatları üzerine inşaat yapılmaması uyarısında bulunuyordular.

Ancak iktidardaki AKP tüm uyarıları görmezden geldi ve uzmanların sunduğu tüm önerileri reddetti. Yeterli inşaat standartlarının uygulanmaması veya fay hattı boyunca inşaatların engellenmemesi, Erdoğan'ın müttefiklerinin giriştiği vurgunculuğun iç yüzünü gösteriyor.

AKP iktidara geldiğinde, ağırlıklı olarak inşaata dayalı büyük bir ekonomik patlama yaşandı. Bu sektör AKP’yi destekleyen ana sütunlardan biri olmuştur. Yıllar boyunca Erdoğan, partisinin inşaat projelerinin tehlikeleri konusunda uyarılarda bulunan uzmanlarla defalarca çatıştı ve hatta projelere karşı mücadele ettikleri için şehir planlamacılarını hapse atacak kadar ileri gitti.

AKP iktidarı boyunca, Erdoğan rejimi 11 “imar affı" çıkardı: Belli bir ücret karşılığında, güvenli olmayan alanlarda inşa edilen ve deprem güvenlik önlemleri de dahil olmak üzere inşaat yönetmeliklerine uyulmadan inşa edilen bütün binaları yasallaştıran uygulamalar. Bu yasallaştırılmış rüşvet sistemi altında, tehlikeli binalar 'depreme dayanıklı' olarak bile gösterilebildi.

İnşaat sektöründe yıllardır uygulanan maliyet düşürücü önlemler, ölü sayısını muazzam bir şekilde artırdı. İlk deprem vurduğunda, bazı binalar alttan ayrılarak yana doğru yıkıldı, diğerleri ise içine çökerek enkaz haline geldi. Ancak binaların çoğu, tüm binanın aşağı doğru çöktüğü ve zeminlerin üst üste "yığıldığı"  "pankek çöküşü" olarak adlandırılan bir çöküş yaşadı.

Pankek çöküşü genellikle düşük kalite malzemelerin kullanılmasından kaynaklanır ve bu nedenle, inşaat müteahhitlerinin karı maksimize etmek için kestirme yollara kaçtığı durumlarda daha olasıdır. Bu, insanların enkaz altında hayatta kalabileceği çok az bir boşluk bıraktığından dolayı en kötü çöküş biçimidir, bu yüzden ölü sayısı çok yüksek. 

Buna karşın, yıkılmış binaların hemen yanında tamamen sağlam duran binalar vardı. Sosyal medyada viral olan bir video, Kahramanmaraş'ta mutfak eşyası satan bir mağazada sergilenen tabak ve çatal bıçakların bile yerinden oynamadığını gösteriyor. Üstündeki yüksek bina da dahil olmak üzere cam vitrin tamamen bozulmamış olarak görülüyordu. Ancak aynı mahallede yüzlerce bina yerle bir olmuştu.

Kısacası ölenler, kapitalist sınıfın doyumsuz açgözlülüğünü ve kâr odaklı sistemlerini tatmin etmek için katledildiler.

Kaos içinde kurtarma operasyonu

İlk 48 saat, arama kurtarma çalışmaları için kritikti ancak devletin müdahale edip hayat kurtarma konusunda temel bir başarısızlığı vardı. En çok etkilenen bölgeler de dahil olmak üzere deprem bölgesinin büyük bir kısmına üçüncü güne kadar herhangi bir yardım ulaşmadı. Bazı bölgelere ise bir sonraki haftaya kadar herhangi bir yardım gelmedi. Peki bu neden böyle oldu?

Türkiye Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD, devletin afetler kurumu) depremden sonraki 45 dakika içinde zorunlu bir rapor hazırlamış ve ilgili tüm müdahale birimleriyle bir acil durum toplantısı yapılmıştı. Birkaç saat içinde kurtarma ve yardım ekipleri yola çıkmaya hazırdı.

Ancak yardımların sevk edilmesi beklenirken saatler hatta günler geçti. Ülkeye gelen uluslararası arama kurtarma ekipleri, son müsade için havaalanlarındaki bekleme salonlarında tutuldular. AFAD ve İçişleri Bakanlığı tarafından onaylanana kadar Türk Kızılhaçı ve ulusal Arama Kurtarma Derneği (AKUT) da dahil olmak üzere tüm sivil toplum kuruluşlarının, STK'ların ve gönüllülerin deprem bölgesine müdahale etmesi engellendi. AFAD, deprem bölgesine sevk edilen tek kurum olacaktı.

Ancak AFAD kaos içinde boğuluyordu. Enkaz altinda kalanlar ve depremzedeler doğrudan rejimin krizinden kaynaklanan bir felcin mağdurları olarak ölümcül sonuçları olan bir bekleyişe mecbur edildiler.

Belki de bu Gordion düğümünü koparmak ve hızlı, etkili bir kurtarma operasyonu başlatmak için gerekli kaynaklara ve organizasyona sahip tek teşkilat Türk Silahlı Kuvvetleri'ydi(TSK). Ancak Erdoğan, orduyu sevk etmeyi reddetti. Bu tutumu, ordunun kendisine karşı harekete geçebileceğine karşı mütemadiyen duyduğu korkuyu yansıtıyor. Dahası, ordunun 'spot ışıklarını ondan çalmasını' istemiyordu. Başka bir deyişle, ordunun arama kurtarma çalışmalarını yürütmede ve hayat kurtarmada oldukça etkili olacağından endişeleniyordu!

Her zaman Türk burjuvazisinin baskın, laik, Kemalist kanadının kontrolünde olmuş olan Türk ordusu, Erdoğan'ın AKP hükümeti ve onun temsil ettiği Türk kapitalist sınıfının ikincil kanadıyla uzun süredir gerilim içinde. Erdoğan yıllar boyunca orduyu tasfiye etmeye çalıştı, ancak hiçbir zaman tam olarak kontrol altına alamadı. Doğal afetlere müdahale etmekle sorumlu AFAD, 2009 yılında, tam da ordunun gücünü daha da dizginlemek için kuruldu. AFAD, İçişleri Bakanlığı'nın kontrolünde ve doğrudan Erdoğan'a bağlı olacaktı. AFAD’ın kuruluşunu, 2010 yılında Erdoğan’ın, ordunun afetlere talimat olmadan müdahale etmesini sağlayan bir protokolü feshetmesi takip etti.

Ocak ayında Erdoğan, daha önce Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış, afet eğitimi deneyimi olmayan bir ilahiyatçıyı AFAD'ın başına atadı. Bu, teşkilatı saran, arama kurtarma çalışmalarını felç eden ve mağdurlara yardım dağıtımının koordinasyonunu engelleyen kaosun bir başka sebebiydi. Erdoğan, amacına uygun olmayan bir afet teşkilatı kurmuş ve içini tek vasıfları kendisine sadakat olan kişilerle doldurmuştur. Erdoğan rejiminin mutlak beceriksizliği, son tahlilde, kapitalizmin krizi ile rejim krizinin bir ürünüdür.

Yıllar geçtikçe, Türkiye kapitalizmi krize girerken ve kendi iktidarı artan bir baskıyla karşı karşıya kaldıkça, Erdoğan, siyasi istikrarını sağlamak için kontrolü sıkılaştırmak zorunda kaldı. Tüm kurumları bağımsızlıklarından mahrum etti ve onları kendi yandaşlarıyla doldurdu. Sivil kuruluşların, yardım kuruluşlarının faaliyetlerini engelledi ya da kısıtladı ve aynı zamanda rejimini desteklemeyen yüzlerce sivil kuruluşu da kapattı. Kriz derinleştikçe müdahalesini hükümetin en alt kademelerine kadar genişletti. Bu tam bir felç anlamına geliyordu ve bu durumda on binlerce insanın ölümüne neden oldu.

Dokuz saat arayla meydana gelen ikiz depremler, batıda Akdeniz'deki Adana’dan doğuda Kürt ili Diyarbakır'a kadar yaklaşık 430 km ve kuzeyde Malatya’dan güneyde Hatay’a kadar yaklaşık 300 km'lik bir alanı sarstı. Bölgede yaşayan yaklaşık 15 milyon insanı etkileyen bu depremler en az 608.000 dairenin dahil olduğu en az 214.000 binayı yıktı veya ağır hasara uğrattı.

AFAD personelinin (en düşük tahminle 6.000 kadar az olan) bu kadar geniş bir alana müdahale etmesi mümkün değildi. Oysa AFAD 200.000 gönüllüsüne evde kalmalarını söylüyor, gönüllülerin deprem bölgesine  talimatsız girmelerini engelliyordu. Kaderlerine terk edilmiş depremzedeler enkaz altında kalan sevdiklerini çıplak elleriyle çıkarmaya çalışırken, evsiz kalan 2,5 milyon kişi dondurucu soğukta günlerce susuz, yiyeceksiz ve çadırsız bırakıldı.

Irkçılık ve kurtarma çabası

Pek çok alanda, rejimin yardım çabalarının yetersizliği, şovenist bağnazlıkla beraber daha da arttı. Kürtlere karşı ırkçılık, Türk kapitalizminin temellerine inşa edilmiştir. Bu korkunç insanlık trajedisinin ortasında bile, ırkçı Türk egemen sınıfı, Kürtler ve Araplar’a karşı duyarsızlık ve kin içinde kayıtsız kalıyor.

En çok etkilenen illerden ikisi, nüfusunun çoğunluğu Arap olan Hatay ve bir Kürt ili olan Adıyaman, hükümet tarafından yüzüstü bırakılmakla kalmadı; hükümet, yardımların kendilerine ulaşmasını kasten engelledi. Bir gönüllü Independent Türkiye'ye şunları söyledi:

“AFAD koordinasyon merkezine gittik [...] Hatay, Samandağ'ın gercekten ekibe ihtiyacı var, hiç kimse yok, hiç kimse uğramadı, lütfen oraya gelin. Vatandaşın ihbarı. Biz de oradaki AFAD koordinasyon merkezin AFAD sorumlusu ile görüştük. Beyefendi bize dedi ki:  'Orada ne işiniz var. Yol yok, bir şey yok, orası terör bölgesi. Can güvenliğiniz olmaz. Gitmeyin oraya'. Bizim oraya gitmemizi engellemeye çalıştı. Çok açık bir şekilde gitmemizi engellemeye çalıştı”. 

 

Bir arama kurtarma gönüllüsü Time Magazine'e depremin ilk günü yerel AFAD şubesine koştuğunda örgütün kendisine evde beklemesini söylediğini söyledi. Ertesi gün, kendisini ve diğer gönüllüleri Hatay, İskenderun'a göndermeleri için onları "rahatsız etmeye" gitti, ancak onlar reddetti. Gönüllüler dinlemedi ve bölge sakini bir adamla Hatay'ın Samandağ semtine doğru giden bir araç yakalamayı başardılar ve burada şehir sakinlerinden kurtarma operasyonlarını başlatmak için alet istediler.

Kürtlerin çoğunlukta olduğu Adıyaman'da hayatta kalanlar yardım istemek için AKP Valisi Mahmut Çuhadar'ın ofisine gittiler, oraya vardıklarında depremzedeler bağırırken Çuhadar sırıttı. Depremzedeler dehşet içinde “Adıyaman yalnız” sloganları atmaya başladılar.

Hiçbir yardım alamayınca, ertesi gün Valilik binasına geri döndüler ve yanıt verilmemesini protesto etmek için Valiliğii doldurdular. Çuhadar ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, tekme ve küfür yağmurundan korumaların himayesi altında kaçtı.

AKP rejimi ve muhalefet partileri tarafından kitlelerin öfkesini egemen sınıftan mültecilere saptırmak için kışkırtılan mülteci karşıtlığındaki artış, deprem bölgesindeki 1,6 milyon Suriyeli mültecinin acılarını katmerlendirdi.

Mülteciler yardım taleplerinin reddedildiğini bildirdi. Birçoğu geçici barınma merkezlerinden atıldıklarını ve AFAD'ın onlara çadır vermeyi reddettiğini bildiriyor. Enkazdan çıkarılan Suriyeli bir aile, enkaz altındayken yaşadıkları çileyi yürek burkan bir şekilde anlattı: “Türkçe bilmiyoruz ve Arapça seslenirsek bizi kurtaramazlar diye konuşamadık, sadece ses çıkardık.”.

Aşırı sağcı Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ ve onun bir avuç, kudurmuş gerici tabanı, halkı yağma ile ve yardım çalmakla suçlayarak hedef gösteriyor ve barınaklardan kovulmaları için yürüyüşler düzenliyor. Hatta depremden sağ kurtulan Suriyeliler bu haydutların saldırısına uğradılar.

AKP'ye olan inanç yitiriliyor

AKP'nin kalesi ve her iki depremin de merkez üssü olan Kahramanmaraş'ta hayatta kalanlar AKP'nin kendilerinden yana olmadığını en acı şekilde öğreniyor. AFAD üyeleri kente ulaştığında binlerce kişi vinç beklerken AFAD kurtarma ekipleri vinci kullanarak bir Kuran kursunun kasasını 12 kişinin mahsur kaldığı bir binanın enkazından çıkardı.

Altıncı günde vinç eksikliği sürerken ve binlerce kişi hala enkaz altındayken, AFAD'ın iki bankanın, İş Bankası ve Halkbank'ın kasalarını vinçle alması, günlerdir sevdiklerinin kurtarılmasını  bekleyen aile fertlerini ve depremzedeleri çileden çıkardı.

AKP-MHP ittifakının bunca İslamcı-şovenist söyleminden sonra kitleleri ne kadar hor gördüğü tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. AKP yetkilileri, 'desteklerini' göstermek için geldikleri her yerde kitleler tarafından reddediliyor.

Depremzedelerden biri şöyle bağırıyordu: “Hiçbirinizi bir daha burada görmek istemiyorum. Ne oy için, ne başka bir şey için. Bizi kaderimize terk ettiniz. İçecek suyumuz yok, yiyecek yemeğimiz yok, çocuklarımız donuyor” dedi. Yanındaki bir başka depremzede katılarak, şöyle bağırdı: “Burası Kahramanmaraş. AKP’nin Kahramanmaraşı.”

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, 11 Şubat'ta Kürt ili Diyarbakır'ı ziyarete geldiğinde, “devlet bitti” sloganları arasında protestolar ve yuhalamalarla karşılandı.

Hatay İskenderun Belediye Başkanı AKP’li Fatih Tosyalı, yıkılan hastanenin yerini depremden sekiz gün sonra 14 Şubat'ta nihayet ziyarete geldiğinde, hala sevdiklerinin cenazelerini bekleyen depremzedeler onu kovaladılar.

Deprem bölgesinde insanlar, “Gösteri yapmak için buradasınız, defolun!” diye bağırarak AKP bağlantılı medya kuruluşlarını kovalıyor.

Aşırı sağcı MHP lideri Devlet Bahçeli'nin memleketi olan Osmaniye'yi ziyaret etmemesi ve (tamamen sağlam kalmış) boş konağının kapılarını günlerdir dondurucu soğukta dışarıda kalan depremzedelere açmaması yerli halkı şoke etti. Osmaniye'de bir kadın şöyle diyordu: “Bizi ölüme terk ettilerse bu ülkede onlara oy yok. Onlara oy verdiğim için pişmanım.”

Bu katmanlar, dondurucu soğukta ölüme terk edilirlerken, güvendikleri temsilcilerinin uzakta, sıcacık köşklerinde ve saraylarında parmaklarını bile kıpırdatmadıkları gerçeğine gözlerini açıyorlar.

Onları bu politikacılardan ayıran farkı görüyorlar ve bu, onları birbirine bağlayan eski bağları koparıyor. "Erdoğan kendi çocuğu olsa ne yapardı?" ve “Erdoğan'ın annesi olsaydı ne yapardı?” sordukları sorulardır.

Birçok katman, güvendikleri partinin aslında sınıf düşmanları olduğunu anlamaya başlıyor. Alevlenen sınıf öfkesi patlak veriyor, eski bir AKP'liye bunları söyletiyor: “Bizi yıllarca cehennem korkusuyla korkuttular ama artık korkacak bir şey yok çünkü artık cehennemde yaşıyoruz. Bundan sonra onlar korksunlar”.

Bu uyarı sözleri doğrudan AKP-MHP'nin geleneksel tabanından geliyor.

Depremzedelerin yardımına işçiler koştu

İflas etmiş, beceriksiz  egemen sınıfın müdahelesi bir yanda dursun, öbür taraftan Türkiye işçi sınıfından deprem bölgesine büyük bir koordineli dayanışma yağmuru yağdı. Ülkenin dört bir yanında işçiler kendi aletlerini toplayarak, tırlar dolusu yardım organize ederek deprem bölgesine koştu. Çoğu Türk olan binlerce sivil, özellikle hükümet tarafından terk edilmiş Kürt ve Arap nüfuslu bölgelere gönüllü olarak gitti.

10.000'den fazla madenci, arama kurtarma çalışmalarına yardımcı olmak için deprem bölgesine koştu. Türkiye Taşkömürü Kurumu'na (TTK) bağlı 600'ün üzerinde Zonguldaklı madenci deprem bölgesinde ilk yetişenlerdi. Onları Bağımsız Maden-İş, Genel Maden İşçileri Sendikası(GMİS) ve TÜRK-İŞ’te örgütlü 7 bin 600'ü aşkın madenci izledi. Dev Yapı-İş (DİSK) ve İnşaat-İş’li inşaat işçileri de deprem bölgesine akın etti. Tüm Bel-Sen İzmir’de örgütlü itfaiye ekipleri de arama kurtarma çalışmalarına katıldı. Birleşik Metal-İş (DİSK) ve TOMİS üyesi metal işçileri, Genel-İş (DİSK) ile örgütlü belediye çalışanları, fabrika işçileri, depo çalışanları, perakende işçileri ve daha niceleri de bölgedeler. Enerji işçileri, elektrik işçileri, gaz hattı işçileri, su işleri işçileri ve baraj işçileri, afet bölgesindeki arızalı ve hasarlı elektrik hatlarının onarımı sorumluluğunu üstlenmek için koordineli bir şekilde çalıştılar. Tarım ve orman işçileri, depremin vurduğu kırsal alanlarda gönüllü çalışmak için koordine oldular.

Özellikle madencilerin yetenekli çabaları, arama kurtarma çalışmalarında üstün olduklarını kanıtladı. Deprem bölgesinde hayatta kalanlar, enkaz altından diğer hayatta kalanların seslerini duymalarına rağmen AFAD ekiplerinin 'çok tehlikeli' olduğu düşünülen alanlardan uzaklaştıklarını söylüyorlar. Ancak madenciler yine de içeri girmeyi başarabildiler. 'Domuz damı' madencilik tekniğini kullanan madenciler, molozların içinde koridorlar açarak enkazın çökmesini önleyerek hayatta kalanları kurtarmak için bu koridorlardan binaların derinliklerine doğru ilerleyebildiler.

Yaralıları tedavi etmek için bölgeye koşan sağlık çalışanlarını da gördük; geçilmez yollarda motosikletlerle yardım ulaştıracaklarını bildiren kuryeleri; Posta ve Telgraf Teşkilatı(PTT) çalışanlarından gelen bağışları da; Uşak (OSB) Organize Sanayi Bölgesi'ndeki tekstil fabrikası işçilerini ve Gölyaka'daki İzolli tekstil fabrikasında fazla mesai yaparak depremzedeler için battaniye yapan işçileri; depremzedeler için taşınabilir evler inşa etmek için bir araya gelen mimarları, marangozları, kaynakçı ve demircileri de. Eğitim-Sen’de örgütlü eğitim çalışanlarıysa, çocuklar için sınıflar, depremzedeler için ruh sağlığı ve rehabilitasyon merkezleri organize ediyorlar. Liste uzayıp gidiyor.

Yunanistan'daki Tüm İşçiler Militan Cephesi'nin (PAME) DİSK ile işbirliği yaparak kan nakli merkezleri kurması ve deprem bölgesine tonlarca mal göndermesiyle işçi dayanışması uluslararası boyuta da ulaştı.

Bu örnekler, egemen sınıfın ve devletlerinin iflasına ve beceriksizliğine keskin bir tezat oluşturan, işçi sınıfı içindeki fedakarlığı ve örgütlenme kapasitesini göstermektedir. Bu gerçek bir proleter ahlakıdır: İşçi sınıfı, sınıf kardeşlerinin yardımına koşmak için en dikkate değer fedakarlıklarda bulunmaktan geri durmuyor.

AKP ve patronlar işçi dayanışmasını boğmaya çalışıyor

Türkiye işçi sınıfı tarafından koordine edilen militan dayanışma, etnik ve ulusal çizgileri aşıyor, egemen sınıf ve AKP-MHP iktidarı için çok tehlikeli bir senaryo oluşturuyor. Bu nedenle kendiliğinden oluşan dayanışma ve birliği kırma girişimine bulunuyorlar.

İşçilerin çoğu, kurtarma ve yardım çalışmalarına katılabilmek için patronlara karşı çıkmak zorunda kaldı. Madenciler fesihle tehdit edildiklerini bildirdi. Hayat kurtarmaktan çok kârlarıyla ilgilenen maden patronları, madencilere kullanacakları tatil günleri yoksa kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalacaklarını söylediler. İnşaat işçileri de patronlara karşı çıkarak deprem bölgesine gittiler. Deprem bölgesinden döndükten sonra en az 30 inşaat işçisi işten çıkarıldı. Çok sayıda kurye, depo işçisi ve perakende işçisi de yardım faaliyetlerine katıldıkları için işten çıkarıldı.

Bütün bunlara ek olarak, işçiler devletin önlerine koyduğu engelleri aşmak zorunda kaldılar. Zonguldak madencileri, deprem bölgesine ilk gidenler olmalarına rağmen, bölgeye ancak AFAD'dan 'onay' almak ve ardından bir uçağın ayarlanması için havaalanında 36 saat bekledikten sonra ulaşabildiler. Bu, diğer işçiler ve diğer gönüllüler tarafından da bildirildi, bu insanların tümü ikinci veya üçüncü güne kadar bekletildiklerini bildiriyorlar.

Rejim, aralarında Kürt tabanlı sol görüşlü Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) de bulunduğu çeşitli örgütlerin yardım tırlarına el koydu. HDP çok sayıda yardım kamyonuna el konulduğunu bildirdi. Son olarak da HDP'nin Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesinde kurduğu Kriz Koordinasyon Merkezi hükümet tarafından devralındı.

Rejim ayrıca tüm örgütlerden aktivist ve gönüllüleri göz altına alıyor. Türkiye Komünist Partisi, yardım çalışmalarına katıldıkları için 10 üyesinin tutuklandığını bildirdi. T-34 Emek Grubu'na bağlı 3 komünist Yunan gönüllü, Hatay'da tutuklandılar ardından uçağa bindirilerek Yunanistan'a geri gönderildiler. Yardım kuruluşları ve sol örgütler tarafından Kriz ve Koordinasyon çadır kentine dönüştürülen Hatay'daki Defne Sevgi Parkı, Hatay Valiliği tarafından boşaltıldı.

İşçi sınıfının müdahalesi ile rejimin bu çabalara mani oluşu arasındaki zıtlık, kitlelerin bilincini etkiliyor. Depremzedelerden biri şöyle dedi: “Ben evimi kaybettim.. Ben MHP'liyim. MHP’nin hiçbir şeyini görmedim. Bize bir tane ekmek bile vermediler. TÖP [aşırı sol bir örgüt] burada. Bir 'terör' örgütü. Bizimle ilgileniyorlar. Fransızlar burada, İngilizler burada, her ülkeden insanlar burada. Bize yardım ediyorlar ve bize yemek veriyorlar.”

Aşırı sağcı Özdağ, deprem bölgesindeki bir alanı ziyarete geldiğinde, gönüllü kurtarıcılardan biri karşısına çıktı: “Burada Suriyeliler, Avrupalılar, dünyanın dört bir yanından insanlar var, Yunanistan bile bize yardım ediyor. İster Müslüman, ister Hristiyan, ister Suriyeli olsun, biz bu tür konuşmaları duymaktan bıktık. Lütfen eldivenlerinizi giyin ve çöpleri toplayın.”

Erdoğan kıvranıyor

Deprem olunca Erdoğan 'ulusal birlik' çağrısında bulundu ve hemen olağanüstü hal (OHAL) ilan etti. Bu ona muazzam yetkiler verdi ve bunları yaklaşan seçimlerde siyasi durumunu kurtarmak için kullanıyor. Ayrıca, hükümetinin tepkisine yönelik her türlü muhalefeti susturmak ve bastırmak için bu yetkilerin kullanımlarını genişletiyor.

Televizyonda yaptığı bir konuşmada, hükümetin tepkisini eleştirenleri, bu "namussuz" insanlarla "günü geldiğinde tuttuğumuz defteri açacağız” diyerek tehdit etti. Son haftalarda tehditlerini ikiye katladı ve hükümeti eleştirenleri “not alıyoruz” dedi.

Erdoğan nihayet üçüncü gün sıcacık sarayından çıkıp Kahramanmaraş'ta bir stadyuma sığınmış depremzedeleri ziyaret ettiğinde, felaketten “kaderi” sorumlu tuttu: “Böyle şeyler hep oldu. Bu, kaderin planının bir parçası.” Ancak "böyle şeylerin" neden hiç zenginlerin kaderi olarak tecelli etmediğini açıklamadı. Erdoğan için emekçiler ve yoksullar bozuk para gibi harcanabilir kimselerdir. Onlar yalnızca, onun zengin bir servet içinde yaşamasını sağlayan sömürü araçlarıdır.

Depremi takip eden hafta rejim, 80'den fazla gazeteciyi ve sosyal medya kullanıcısını, hükümetin deprem alanındaki müdahalesi hakkında "provokasyon” yaymakla suçlayarak tutukladı. Bir dizi muhalif TV ağı, müdahaleler hakkında haber yaptıkları için askıya alındı ​​​​ve para cezasına çarptırıldı. Erdoğan, depremin hemen ardından Twitter'ı bile kapattı ve beceriksizliğine dair haberlerin yayılmasını durdurmak için interneti yavaşlattı. Bu duygusuz, çıkarcı hareket, sosyal medyadaki kurtarma çabalarının koordinasyonunu ve enkaz altında mahsur kalanların yardım arama girişimlerini engelledi ve öfkeyi daha da körükledi.

Erdoğan, kitleleri bastırmak ve kontrol altına almak için korku uyandırmaya çalışıyor, ancak aynı zamanda durumun tehlikeli bir şekilde kontrolden çıkmaya yakın olduğundan da kendi korkuyor. Devletin depreme verdiği tepkiye karşı birçok protesto yapılıyor ve kitlelerin alevlenen öfkesi su yüzüne çıkmaya başlıyor.

Şubat ayının sonunda futbol taraftarları stadyumları '20 yıllık hile ve yalan' ve 'Hükümet istifa' sloganlarıyla doldurdu. Rejim, şimdi de Türkiye Futbol Federasyonu'na (TFF) maçları seyircisiz yapması için baskı yapıyor. Erdoğan yaşanan süreçten haklı olarak korkuyor ama yaptığı hiçbir şey kitlelerin öfkesini dizginleyemiyor.

Rejim, kitlelerin öfkesini yatıştırmak için 230'dan fazla müteahhiti tutukladı ve 600'den fazla müteahhidi soruşturuyor. Müteahhitlerden bazıları uçaklarına binmek üzereyken havaalanında yakalandı, görüntüleri AKP- bağlantılı medyanın yakalamasını sağlandı. Diğer bazı AKP'li yetkililerle beraber AKP'li bir belediye başkanının bile tutuklanmış olması, birkaç kişiyi günah keçisi ilan etmeye çalışan rejimin bariz korkusunu gösteriyor.

AKP'nin birkaç "çürük elmanın" cezai eylemlerini mesul göstermek konusundaki utanmaz ikiyüzlülüğü, yalnızca tiksinti uyandırabilir. Bunlar muhtelif bireyler değil, her ne pahasına olursa olsun kâr peşinde koşan bir sistemin parçalarıdırlar. 600'den fazla kişinin halihazırda tespit edilmiş olması, yolsuzluğun ne kadar yaygınlaşmış olduğunu gösteriyor. Kitlelerin öfkesi arttıkça daha çok tutuklamalar yapılacak ama adalet yerini bulmayacaktır.

Aslında kapitalistler bu felaketten çıkar sağlamak için şimdiden akbabalar gibi dönüyorlar. Türkiye Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ), deprem bölgesinde 47.6 milyar lira değerinde 53 konut yapım ihalesini şimdiden kapalı zarf usulüyle kazandı. Bu şehirlerin yeniden inşası sürecinde AKP iktidarına bağlı bu acımasız asalaklara milyarlarca dolar transfer edilecek.

AKP'nin, kâr için kendilerini kurban etmekten ve sonra da ölüme terk etmekten çekinmeyen bir katil ve hırsız çetesinden başka bir şey olmadığı hızla Türkiye halklarının gözü önünde teşhir olmaktadır. #HesapSoracağız ve #HesapVereceksiniz hashtag'leri depremden bu yana Twitter'da gündemde. Kitlelerin öfkesi bundan daha net ve korkusuz olamazdı.

Adalet, ancak kitleler eli kanlı Erdoğan'la, AKP'yle ve tüm kapitalist sınıfla hesaplaşıldığında tecelli edecektir. Bunu başarmanın tek yolu da sosyalist devrimden geçer.