Türkiye yerel seçimleri: Sınıf mücadelesi yükselirken Erdoğan acı bir yenilgiyi tattı

31 Mart Pazar günü Türk kitleleri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a 20 yıldan uzun bir süre önce iktidara gelmesinden bu yana en büyük seçim yenilgisini tattırdı. Pek coşku uyandırmayan bu yerel seçimler, burjuva muhalefetinden ziyade Erdoğan'a karşı bir oy du. Yine de bu seçimler, Erdoğan'ın otoritesini yıpratan bir öfke fırtınasının belirtisidir. Erdoğan'ın günleri sayılı olabilir.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yüzde 37,77 ile 81 ilin 35'ini alarak birinci parti oldu. Erdoğan'ın AKP'si yüzde 35,49 oy oranıyla tarihinde ilk kez ikinci sıraya itildi. Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 2019'da muhalefete kaptırdığı büyükşehirler İstanbul ve Ankara'yı geri almayı başaramadı. AKP'nin kaleleri de dahil olmak üzere ülke genelinde birçok belediyeyi kaybetti.

Kitleler Erdoğan'a HAYIR diyor

Erdoğan seçimlere kendisi katılmamış olsa da, seçimleri kendi başkanlığı için bir referanduma dönüştürdü. Seçim hilesi ve ana akım medyayı kontrol etme gibi her zamanki numaralarına rağmen bunun büyük bir hata olduğu kanıtlandı. Ocak ayının başlarında, bir rapora göre, şehir dışından 4.450 kişi, AKP'nin 2019'da kaybettiği bir il olan Iğdır'daki yedi devlet binasına seçmen olarak kaydedildi. Bu arada, kamu yayıncısı Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) Erdoğan ve diğer AKP üyeleri ile belediye başkan adaylarına 1.945 dakika yer verirken, ana muhalefet partisi CHP lideri Özgür Özel'e 40 gün boyunca toplam 25 dakika yer verdi.

Sosyal medyada yer alan videolarda, Kürt illerinde oy kullanan asker ve polisler, yasak olmasına rağmen bazı yerlerde üniformalarıyla oy kullanırken görülüyor. Mükerrer oy kullanma ve usulsüzlüklere itiraz eden sandık görevlilerine karşı muhtemelen sivil asker ve polisler tarafından uygulanan şiddet olayları da yaşandı. Bunların hiçbiri Erdoğan'ın şansını temelde arttırmadı.

Erdoğan, 2019 seçimlerinde CHP'ye kaptırdığı İstanbul'u yeniden kazanmak için çaresizce çabalıyor. Aylarca AKP'nin belediye başkan adayı ve eski çevre bakanı Murat Kurum için kendisi kampanya yürüttü. Ancak Erdoğan'ın tabanının önemli ölçüde azaldığı açıktı. Bir mitingde şöyle dedi: "Eskiden bu meydanda 1,5 milyon insanımız vardı. Şimdi 650.000 kişi var ama durmayacağız."

Kitlelere bir şey sunamayan Erdoğan, dine başvurmaya çalıştı. Ayasofya'da namaz kıldırarak Osmanlı sultanlarının savaşa girmeden önce uyguladıkları eski bir geleneği canlandırdı. Hatta bunun son seçimi olacağını açıklayarak seçmenlerin gönlünü almaya çalıştı. Ancak tüm çabalarına rağmen CHP yüzde 60,43 oyla İstanbul'u elinde tuttu. Sonraki üç büyük şehri de CHP'ye kaptırdı: İzmir, Bursa ve Antalya.

AKP tarihinde ilk kez kaleleri Denizli ve Afyonkarahisar'ı kaybetti. Karadeniz'de geleneksel olarak muhafazakâr ve AKP-MHP çizgisinde olan maden il ve ilçeleri de CHP'ye geçmiştir. Amasra, Bartın ve Zonguldak illeri ile Manisa'nın maden kenti Soma, AKP-MHP hükümetini büyük bir çoğunlukla reddetmiştir. Depremden en çok etkilenen illerden biri olan Adıyaman'da 47 yıl sonra ilk kez CHP kazandı.

AKP'nin elinde tuttuğu illerde bile düşüş çok belirgindi. AKP'nin 'doğum yeri' olarak bilinen Kayseri'de 2019'da yüzde 63,3 olan oy oranı yüzde 38,63'e düştü. Konya'da destek yüzde 73'ten yüzde 49,43'e düştü ve AKP, işçilerin ve çiftçilerin grev ve protestolarının şiddetlendiği Seydişehir ilçesini kaybetti. AKP'nin bir diğer kalesi ve geçen yılki depremin merkez üssü olan Kahramanmaraş'ta AKP'ye verilen oylar yüzde 67'den yüzde 42,1'e düştü. Grevlerin ve sendikal hareketlerin merkezi haline gelen Gaziantep'te AKP'nin oy oranı yüzde 53,97'den yüzde 38,82'ye düştü.

Bu arada, AKP'nin ittifak ortağı aşırı sağcı MHP'nin 2019'da yüzde 7,44 olan oy oranı Pazar günkü seçimlerde yüzde 4,99'a düştü. Bu sonuçlar, AKP'nin illeri, Mayıs 2023 milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan'ın ittifakına katılan aşırı sağcı İslamcı bir oluşum olan Yeni Refah Partisi'ne (YRP) kaybetmesiyle daha da kötüleşti. YRP, AKP ile ittifak görüşmelerinin çökmesinin ardından bağımsız olarak seçime girdi  ve Mayıs 2023 seçimlerindeki oy oranını ikiye katlayarak yüzde 6,19'a çıkarmıştır.

AKP en büyük ikinci Kürt ili olan Urfa'yı, 2019'da yüzde 60,81 olan oy oranının yüzde 33,63'e düşmesinin ardından YRP'ye kaptırdı. YRP ayrıca, AKP'nin oylarının yüzde 40,8'den yüzde 26,8'e düşmesinin ardından Anadolu'daki Yozgat ilini de kazandı. YRP toplamda 65 belediye ve ilçeyi AKP ve MHP'nin elinden aldı.

Bu küçük düşürücü yenilgiler karşısında Erdoğan seçim sonrası yaptığı konuşmada oldukça moralsiz bir görüntü çizmiş, AKP'nin "istediğimiz ve umduğumuz sonucu alamadığını" utangaç bir şekilde ifade etmiş ve "milletin sandıkta verdiği mesajları en doğru ve objektif şekilde tartarak gerekli adımları atma" sözü vermiştir.

Yine de sonucu, 7. Yüzyılda müşrik Kureyş kabileleri tarafından Uhud Savaşı'nda İslam'ın yenilgiye uğratılmasına ve ardından Müslümanların güçlenerek Hendek Savaşı'nda zafer kazanmasına benzetti. Erdoğan dini demagojideki bu son hamlesiyle kimseyi kandıramıyordu: pozisyonu ağır bir darbe aldı ve bu darbeden de  kurtulamayabilir. 

Baskı girişimleri de işe yaramıyor. Kürt bölgesi Van'da Abdullah Zeydan'ın kazandığı belediye başkanlığı seçimleri iptal edildi ve AKP adayına verildi. Bu durum, hükümetin yasakladığı ve çevik kuvvet polisinin biber gazı ve tazyikli su kullandığı protestolara yol açtı. Ancak protestolar hızla diğer Kürt illerine ve Türkiye'nin batısındaki şehirlere yayıldı. Ertesi Perşembe günü, Erdoğan'ın daha büyük bir hareketi tetikleme korkusuyla geri adım atması üzerine Zeydan yeniden kazanan olarak ilan edildi. Her ne kadar Erdoğan seçim hilelerini protesto eden bazı Kürt illerine sokağa çıkma yasağı getirip  seçim sonuçlarını kendi lehine çevirmeye çalışacak olsa da, yaptiği bu hamleler elinde patlayabilir. 

Acımasız ekonomik kriz

Böyle bir yenilgi uzun zamandır tehdit ediliyordu ancak Erdoğan her zaman sıyrılmayı başardı, bu sefer ne değişti? Türkiye uzun süredir derin bir ekonomik krizin pençesindedir  ve bu krizin yoğunlaşması belirleyici bir faktör oldu. Erdoğan yıllarca enflasyonun yükselmesine izin verdi, ekonomiyi kredi yoluyla ayakta tuttu ve faiz oranlarını düşürdü. Resmi enflasyon yüzde 68,8 (yaz aylarında yüzde 80'e ulaşması bekleniyor), ancak gerçek enflasyonun yüzde 124,63 olduğu söyleniyor. Türk lirası son beş yılda dolar karşısında yüzde 83 değer kaybetti ve daha da değer kaybedecek.

Hane gelirleri enflasyonun çok altında kaldığı için nüfusun büyük bir kısmı yoksulluğa itilmiştir. Temel İhtiyaç Derneği (TİDER) tarafından hazırlanan bir rapora göre, yüksek enflasyon ve 2023 depremi nedeniyle temel gıda ihtiyacı olan kişi sayısı son bir yılda yüzde 5 oranında artmıştır. Yaklaşık bir milyon kişi ciddi gıda güvensizliği ile karşı karşıya.

10 aydan kısa bir süre önce Erdoğan ve iktidardaki AKP, bıçak sırtı bir seçimde muhalefeti ikinci turda yenerek bir dönem daha iktidarda kalmayı garantiledi. Bu seçimler öncesinde Erdoğan, seçmenleri ekonomik krizin etkilerinden yalıtmak -ve rüşvet vermek- için bir harcama çılgınlığı başlattı. Bu manevrayı daha önce de pek çok kez yapmıştı.

Ancak, hızla yükselen enflasyon, koltuğunu sağlama aldıktan sonra hükümetinin yön değiştirmesi ve sıkılaştırma önlemleri alması anlamına geliyordu. Erdoğan'ın yeni ekibi faiz oranlarını 10 ay içinde yüzde 8,5'ten yüzde 50'ye firlatti. Bu kemer sıkma programı ekonomik büyümeyi yavaşlattı ve borç alma maliyetlerini yükseltti (nüfusun çoğunluğu kredi ile yaşarken),ve tüm bunlar gıda ve yakıt gibi temel ihtiyaçların fiyatları artmaya devam ederken oluyor. 

Kapitalist krizin derinliği Erdoğan'ı yoluna devam etmeye zorluyor, bu da Pazar günkü seçimler öncesinde sadaka verilmeyeceği anlamına geliyordu. Yaşanan ağır sıkıntılar işçiler ve öğrenciler arasında intihar salgınına yol açıyor. İntiharlar düzenli bir olay haline geldi.

Tüm bunlara, güney ve güneydoğuyu vuran ve milyonlarca insanı evsiz bırakan Şubat 2023 depreminin kalıcı etkileri de eklendi. Yeniden inşa için verilen sözler tutulmadı ve 800.000'den fazla insan çadırlarda yaşamaya devam ediyor. Dahası, Erdoğan ve inşaat sektöründeki  soyguncular arasındaki ilişkiler göz önüne alındığında, şaşırtıcı olmayacak bir şekilde, felaketten kimse sorumlu tutulmadı.

Kitlelerin öfkesi ve sınıfsal nefreti 31 Mart'ta ülke çapında duyulabilirdi. İstanbul'un bir ilçesi ve Erdoğan'ın memleketi olan Beyoğlu'nda, öfkeli bir emekli ve eski bir AKP destekçisi Al Jazeera'ye şunları söyledi "Hayatımda ilk kez CHP'ye oy verdim. Ve eğer enflasyon durmazsa, cumhurbaşkanını koltuğundan alırız."

İstanbul'un bir başka ilçesi Üsküdar'da bir işçi Medyascope'a şunları söyledi "21 yıldır AKP'ye oy veriyorum ama ilk defa bu seçimde onlara oy vermedim. Neden biliyor musunuz? Çarıklı arabalar var ya, hani bir siyasetçiyi 15 arabayla yardımcıları takip eder ya, Hollywood yıldızları gibi? İşte bu yüzden. Ben açlıktan ölen insanlar biliyorum. Burası Türkiye Cumhuriyet. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Halk sizi seçtiyse, halkı görmek zorundasınız. Görmezseniz böyle cezalandırılırsınız" dedi.

Evrensel gazetesi, eski AKP'li olduklarını söyleyen bir grup işçiyle konuştu. Bir işçi, "geçim derdi canına tak ettiğini ", bu yüzden ailesinden 20 kişiyi CHP'ye oy vermeye ikna ettiğini söyledi. Bir başka işçi ise hayatında AKP dışında hiçbir partiye oy vermediğini belirterek "ama artık bıktık. Ne ekonomi ne de başka bir şey bıraktılar. Artık AKP'nin broşürünü görmeye bile tahammül edemiyorum" dedi.

Erdoğan muhalefete rağmen yenildi

Erdoğan'ın yenilgisine rağmen, Türk siyaset sahnesinde bu sefalete çare olabilecek bir parti yok. Türkiye'de seçimlere katılım oranı genellikle yüksektir ancak yerel seçimler öncesinde seçmenlerin ilgisizliği dikkat çekmiştir. 2019'da yüzde 84,67 olan katılım oranı bazı tahminlere göre yüzde 72,37'ye kadar düşmüştür. Bu durum, pek çok kişinin AKP'ye karşı bir alternatif görmediği ve 'yukarıdakilerin hiçbiri' oy vermeyi tercih ettiği gerçeğinin bir yansımasıdır.

CHP kampanyası ekonomik krize hiç dikkat çekmemeye özen gösterdi ve bunun yerine sadece Erdoğan'ın "tek adam yönetimine" odaklandı. Kampanya aynı zamanda Kürt karşıtı şovenizmle de gölgelendi; CHP'nin Türkiye'nin batısındaki Afyonkarahisar ilinin belediye başkan adayı Burcu Köksal, seçilmesi halinde "belediyenin kapılarının [Kürt] Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi DEM Partisi dışındaki tüm partilere açık olacağını" söyledi. Chp liderligi, kısmen Kürt oylarını düşündükleri için bu sözleri "dil sürçmesi" (!) olarak sümen altı etme çabalarına rağmen, CHP'nin gerçek karakteri hakkında yanılsamaya kapılmamalıyız.

CHP, milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, ittifaklarındaki milliyetçilerin itirazları üzerine DEM'i ittifaklarına almayı reddetti ve DEM ve Kürtler ırkçı haydutlar tarafından saldırıya uğrarken de sessiz kaldı. Dahası, Şubat 2023 depreminden en çok etkilenen il olan Hatay'da CHP, bilinen yolsuzlukları nedeniyle Türkiye'de nefret edilen bir figür olan, eski bir  AKP Belediye Başkanı ve Hatay Antakya Belediye Başkanı Lütfü Savaş'ı yeniden başkan seçti.

Ülkenin imar mevzuatına uygun olmayan binaların inşası için izin veren ve inşaat projelerini denetlemeyen kişi Savaş'tı. Depremden önce hakkında yüzlerce şikayet vardı ve hem CHP hem de AKP bunları görmezden geldi. Depremin birinci yıldönümünde Hatay’da düzenlenen bir anma etkinliğinde Savaş, AKP'li Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve CHP lideri Özgür Özel ile birlikte yuhalanarak sahneden indirildi ve ardından deprem kurbanlarının ailelerinin ve protestocuları tarafından kovalandı. Ellerinde binlerce kişinin kanı olmasına rağmen CHP yeni bir aday çıkarmayı reddetti ve Savaş'ı destekledi.

Erken cumhurbaşkanlığı seçimi çağrılarının ardından Özgür Özel, bunun geçen yıl AKP ve MHP'ye oy verenlere "haksızlık" olacağını söyleyerek reddetti! CHP'nin acınası karakteri ve sınıf temelli bir alternatifin yokluğu göz önüne alındığında, gerici gruplar bir miktar ilerleme kaydedebildi. Daha önce de belirtildiği gibi, YRP Erdoğan'dan bazı koltuklar çalmayı başardı. Parti, Erdoğan'ın akıl hocası olan eski Başbakan Necmettin Erbakan'ın oğlu Fatih Erbakan tarafından yönetilmektedir. Bu seçimlerde Erdoğan'ın tabanından bir tabaka YRP'ye yönelmiştir.

YRP LGBT ve kadın karşıtı gerici bir platformda yarıştı ama Erbakan ekonomik krizden de faydalandı. Erdoğan'ı emeklilere verilen açlık maaşları, asgari ücret ve hayat pahalılığı krizi nedeniyle eleştirdi ve Türk toplumunda emperyalizme duyulan güvensizlikten faydalanmak için NATO karşıtlığını kullandı.

Gazze'deki savaş ve Erdoğan rejiminin İsrail ile ticari ilişkileri, Erbakan'ın kullanabileceği bir başka fırsat sundu. Erdoğan'ın kendi tabanı da dahil olmak üzere Türkiye'de Filistin'e kitlesel destek var. Erdoğan İsrail'e ve Netanyahu'ya saldırdığı için uluslararası manşetlerde yer alıyor, ancak gerçekte Türkiye'nin İsrail ile ticari ilişkileri Erdoğan rejimi altında son 20 yılda altı kat arttı. Türkiye, ABD ve Çin'den sonra Almanya ile birlikte İsrail'in en büyük üçüncü ticaret ortağı haline geldi.

7 Ekim'den bu yana Türkiye'nin İsrail'le ticareti sadece artmıştır. Türkiye İsrail'e, Filistinlileri öldürmek için silah yapımında kullanılan çelik ve barut da dahil olmak üzere uzun bir mal listesi gönderiyor. Azeri petrolü de Türkiye üzerinden İsrail'e aktarılıyor ve İsrail'in petrol ihtiyacının yüzde 41'ini karşılıyor.

Savaşın başlarında sürgündeki bir gazeteci bu ticaretin büyük kısmının AKP'ye yakın Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) tarafından yürütüldüğünü ortaya çıkarmıştı. Erdoğan'ın kendi oğlu Bilal Erdoğan'ın şirketi de İsrail ile ticaret yapıyor. Yakın zamanda Erdoğan'ın bizzat kendisinin de Türkiye Varlık Fonu (TVF) aracılığıyla İsrail'le ticaret yaptığı ve yakın zamanda Türkiye'den İsrail'e 21 ton değerli bir maden olan bor sevkiyatı gerçekleştirdiği bildirildi.

Geçtiğimiz haftalarda onlarca kişi bu ticari ilişkilerin sona erdirilmesi çağrısında bulundukları ve protesto ettikleri için tutuklandı. AKP mitinglerinde bile 'İsrail ile ticaret utancına son' yazılı pankartlar açıldı ve polis tarafından hızla kaldırıldı, ardından da tutuklamalar yaşandı. Ülkedeki kriz bağlamında, baskılar AKP'ye yönelik nefreti arttırıyor ve kitlelerin öfkesi için bir katalizör haline geliyor.

'Sol'da sınıf işbirliği ve oportünizm

Gerçek bir sosyalist ya da komünist partinin, Türk kapitalizminin krizine ve Erdoğan'ın emperyalizm ve İsrail'deki kasaplarla olan ikiyüzlü bağlarına saldırarak bu ateşli durumda neler başarabileceği kolayca hayal edilebilir. Ne yazık ki, ciddi sol liderlik ne yazık ki eksik.

Sol partiler gerçek anlamda sınıf bağımsız bir muhalefet sağlamak yerine fiilen CHP ile işbirliği yaptı. Kürt kökenli sol parti DEM Parti (eski adıyla HDP) bazı illerde kendi adaylarını çıkarırken bazı illerde gayri resmi de olsa CHP'yi destekledi. İstanbul'da parti kendi adaylarını çıkardı ancak destekçilerini CHP'ye oy vermeye teşvik etti. DEM partisi, kitlelerin karşı karşıya kaldığı ağır ekonomik krizi ele almakta başarısız oldu. Bunun yerine, kendisini "tek adam yönetimine" karşı mücadeleyle sınırladı.

Kısıtlamalarına rağmen DEM Partisi 2019 seçimlerinde daha önce kazandığı tüm illeri geri almayı başardı: Diyarbakır, Mardin, Batman, Siirt, Hakkari, Van ve Iğdır. Ayrıca Ağrı ve Muş'u AKP'den aldılar ve Tunceli'de bir ilçe kazandılar. Batman'da DEM Parti adayı Gülistan Sönük, HÜDA-PAR'a yaklaşık 50 puan fark atarak ilin belediye başkanı oldu. Bu da DEM'in gücünden ziyade Erdoğan'ın zayıflığının bir yansımasıydı.

Bu arada Türkiye İşçi Partisi (TİP) oportünizmle boğuşmaktadır. TİP lideri Erkan Baş, sanayi kenti Gebze'de belediye başkan adayı oldu. CHP onun adaylığını destekledi ve karşılığında TİP, CHP'nin kaybetme riski olan bölgelerde aday göstermedi.

Parti ayrıca, milletvekili seçimlerinde aşırı sağcı İYİ Parti'nin adayı olan emekli futbolcu Gökhan Zan'ı Hatay belediye başkanlığına aday gösterdi. Hataylı olan Zan, 2023 depreminden sonra depremzedeler için yardım isteyen bir video yayınlayarak popülerlik kazanmıştı. TİP bundan yararlanabileceğini düşündü. Ancak seçimlere iki haftadan az bir süre kala TİP, rüşvet iddiaları üzerine Zan'ın adaylığını geri çektiğini açıkladı. Ayrıca TİP, DEVA Partisi'nin (AKP'den ayrılan) eski ilçe başkanı Süleyman Şencan'ı aday olarak gösterdi.

Oportünizm  ve militan bir sosyalist hareketten yoksunluk, DEM'in ve TİP'in kitlelerin öfkesini  ifade edebilecekleri partiler olarak ortaya çıkmasını  engelliyor.

Sınıf mücadelesi yükseliyor!

Bununla birlikte, hayat pahalılığı krizinin baskısı altında, sınıf mücadelesi tırmanmaya başlıyor. Seçimler, grevlerin bir kez daha arttığı bir ortamda gerçekleşti. Türkiye 1960'lar ve 1970'lerden bu yana bu düzeyde grev eylemi ve sendikal örgütlenme görmemişti. Ekonomik krizin derinliği emeklilerden çiftçilere ve öğrencilere kadar tüm kesimleri mücadelenin içine çekiyor.

Şubat ayında, bir alüminyum fabrikası olan Eti Alüminyum'da (AKP'nin kaybettiği Konya'nın Seydişehir ilçesinde) işçiler iş bıraktı ve daha yüksek ücretler için mücadele etmeyen bürokratik sendika yönetimini protesto etti. Fiili grevi haberi yayılır yayılmaz, Konya'daki çiftçiler artan maliyetleri protesto etmek için traktörlerini şehir merkezine sürerek protestolara başladılar.

Urfa'da Özak Tekstil adlı bir tekstil fabrikasında çalışan işçiler, açlık ücretleri ve sendika yöneticilerinin tacizleri nedeniyle devlete bağlı Hak-iş sendikasından ayrılarak bağımsız bir sendika olan Birtek-sen'de örgütlenmeye başladılar. Patronların 700 işçinin çalıştığı fabrikada 500'den fazla işçiyi işten çıkararak karşılık vermesi, ülkenin çeşitli şehirlerinde işçiler tarafından düzenlenen dayanışma protestolarıyla birlikte acı bir grevin başlamasına neden oldu.

Grev yenilgiye uğratıldı ancak bir Özak Tekstil işçisinin sözleriyle: "Grev bir okul gibiydi... dünyaya bakışımız değişti. Benim siyasi görüşüm de değişti. Ben koyu AK Partiliydim….Onların sadece sermayeden yana olduklarını gördüm”. Bu zamanın bir işareti!

İşçi hareketi geliştikçe, patronlar ve devlet bu hareketi ezmek için seferber oluyor. Bağımsız sendika liderleri düzenli olarak tutuklanıyor ve ölüm tehditleri alıyor. Bağımsız sendika konfederasyonu Limter İş'in (DİSK) Başkanı Kanber Saygılı'nın evi polis tarafından basıldı ve Saygılı tutuklandı. Bu sırada polis bacağını kırdı. Bağımsız inşaat sendikası İnşaat-İş'in örgütlenme sorumlusu Deniz Gider, ayak bileğine elektronik bir cihaz takılarak ev hapsine alındı. Birtek-Sen lideri Mehmet Türkmen bu yıl birkaç kez tutuklandı ve Özak Tekstil grevine öncülük ettiği için sendika 1,5 milyon TL para cezasına çarptırıldı. Türk patronlar ve devlet (hükümeti kim yönetiyorsa) ile örgütlü işçi sınıfı arasındaki çatışma daha da şiddetlenecektir.

Marksistler uzun zamandır Erdoğan'ın görünüşte sarsılmaz olan konumunun Türkiye kapitalizminin krizine sonsuza kadar dayanamayacağını anlatıyorlar. Er ya da geç, rejiminin temellerinde çatlaklar oluşacağını ve bunun da çöküşü hızlandıracağını açıkladık. Bu zaman şimdi geldi. Erdoğan bu seçimlerden eli kolu bağlı olarak çıkıyor. Ciddi bir siyasi alternatifin olmaması, Türk kitlelerinin AKP'ye darbe vurmak için burjuva muhalefetini gönülsüzce kullanmasına yol açtı.

Ancak CHP kutlama yaparken, elde ettikleri dar zafer (ulusal oy oranı açısından) kendi popülerliklerini yalanlamaktadır. Erdoğan'ın destek tabanını aşındıran 'ekonomik ortodoksiyi' (yani enflasyonu düşürmek için kesintiler ve kemer sıkma) sürdüreceklerini kendileri ifade ettiler. Erdoğan devrilirse, tarihi bir ekonomik felaketin ortasında bir kriz hükümeti devralacaklar. Bu bağlamda, çaresizce bir çıkış yolu arayan kitlelerin -gerici olanlar da dahil olmak üzere- her türlü gruplaşmayı test ettiğini göreceğiz.

Ancak herhangi bir siyasi ifade noktası olmamasına rağmen, yükselen sınıf mücadelesi parlamento dışında bir grev ve protesto dalgasıyla patlak vermeye devam edecektir. Bu bağlamda fikirlerimiz verimli bir zemin bulabilir. IMT'nin (yakında Devrimci Komünist Enternasyonal olacak) komünistleri, çürümüş kapitalist sisteme, onun temsilcilerinin suçlarına ve kötü yönetimlerine ve yardım ve yataklık ettikleri emperyalizmin dehşetine karşı nefretle yanan Türkiye'deki işçilere ve gençlere açık bir el sunmaktadır.

Bu devrimciler katmanına diyoruz ki: kahrolsun Erdoğan! Kahrolsun tüm gerici burjuva partileri! Devrimci bir çözüm için! Devrimci Komünist Enternasyonal'e katılın!